9 Ekim 2013 Çarşamba

Romancı Ahmet Hakan

Ahmet Hakan sağ olsun, köşesinde kulaklarımı çınlatmış. “İstersen otur şimdi bir de Tuna Kiremitçi türü roman yaz!” diyor kendine.
Neden olmasın, sonuçta çok daha zeki biri... Eminim çok daha iyisini yazar.
Yine de bu işlere hasbelkader yıllarını vermiş biri olarak, yazısını okuyunca köşe yazarlığıyla romancılık arasındaki farkları düşünmedim değil.
Ahmet Hakan’ın sözleri beni köşe yazarlığına ilk başladığım yıllara götürdü.
İlk köşe yazımı yazarken, “bu iş çantada keklik!” havasındaydım. Ne de olsa iki romanım vardı.
“İki romanın belini kıran iki sayfayı mı yazamayacak?” diye gerinmekteydim. 
Gençtim, şansım yaver gitmişti ve tabii “küçük dağları ben yarattım” havasındaydım.
Kazın ayağının öyle olmadığını çok geçmeden anladım. Köşe yazarlığı bambaşka bir zanaattı.
Her şey bir yana, kitap okuyana seslenmekle gazete okuyana seslenmek arasında dağlar kadar fark vardı.
Eskiler boşuna “ediplik” ve “muharrirlik” olarak ikiye ayırmamıştı yazarlık mesleğini.
Edip, evine gelmiş bir konukla konuşuyordu. Muharrir, mahalleden geçenlerle…
Edip için bir öyküyü geliştirmek esastı. Muharrir içinse hedefi en kısa yoldan vurmak.
Ediplikte, her şey hayali karakterler üzerine kuruluydu. Muharrirlikte, gerçek fikirler üzerine.
Edip için “güzel yazmak”, önce nasıl yazdığıyla ilgiliydi. Muharrir içinse önce ne yazdığıyla…
Dahası, kel alaka iki yaşam tarzı söz konusuydu. Edibinki gibi değildi muharririn ritmi.
Edip ne kadar içedönük ve dalgınsa muharrir o kadar dışadönük ve atak olmalıydı.
Edip kalıcı bir iş yaptığını sanarak yazarken muharririn böyle lüzumsuz evhamları yoktu.
Edip dediğin edebiyatçı refleksiyle iş görüyordu. Muharrirse gazeteci refleksiyle…
Edibin babası ölünce “Küçüğe Bir Dondurma” diye öykü çıkıyordu, muharririn babası ölünce “Bir İnanmış Adam” diye makale.
Köşe yazarlığına ilk başladığımda, bu gerçeklere uyanana kadar epey kafa-göz yardım.
Ama Ahmet Hakan’ın romancılığa soyunduğu takdirde başarılı olacağına samimiyetle inanmaktayım.
Çünkü 29 yaşımda ilk romanımı yazarken tanışma şerefine eriştiğim şair Lale Müldür, “roman dediğin kırkından sonra yazılır!” demişti bana.
40 yaşımı idrak ettiğimden beri düşünüyorum da, galiba çok haklıymış Lale Abla!

Aydınlık, 9 Ekim 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder