21 Eylül 2014 Pazar

Hayatı değiştiren albüm

Nirvana’nın “Nevermind” albümü için “hayatımı değiştirdi” demek herhalde hafif kaçar. O aslında hayatı değiştirdi.
Müziğin semalarına bir tanımlanamayan uçan nesne gibi girdi ve o güne kadarki her şey hızla eskimeye başladı: Spreyli-meçli uzun saçlar, saniyede on nota basan süper gitaristler, dar deri pantolonlar, içli aşk baladları...
Bunların yerini kirli sakallı, salaş kıyafetli bir adamın grubu ve onların acıyla, öfkeyle, tuhaf bir mizah duygusuy
la dolu şarkıları aldı.
İtiraf edeyim, “Nevermind”ı dinlediğim zaman hayatımın değiştiğini fark etmedim.
Oysa her şey müsaitti: 18 yaşındaydım, müzik yapıyordum, şiir yazıyordum, acıdan, öfkeden ve kara mizahtan kendimce nasibimi almıştım.
Albümü önce bir şeye benzetemedim, sonra her şeye benzettim: Korkularıma, şiddetime, aşklarıma, Turgut Uyar’ın deyimiyle “Bütün mümkünlerin kıyısında” durduğum hayat değirmenine.
Albümün çıkış yılı 1991 idi ve tarihçi Eric Hobsbawm’ın deyimiyle “Kısa Yirminci Yüzyıl” tam da o yıl tarihe karışıyordu. Doğu Bloğu artık yoktu. “Soğuk Savaş” o yıl bitmişti. Uçakların İkiz Kuleler’e çakılmasıyla fiilen başlayacak 21. Yüzyıl’a kadar 10 yıllık bir Araf yaşanacaktı.
Bizler o Araf'ta büyüyecektik, artık ne kadar büyüyebilirsek. Çabamızın fon müziğini de dünyayı söz konusu 10 yılın orta yerinde bırakıp gidecek Kurt ve grubu yapacaktı.
Düşünüyorum da, hayat nasılsa değişecekti, gelecek kapımızda bekliyordu. Kurt’un müziği bize aç kurtlara karşı uluma cesareti verdi. Oysa hepimiz albümün kapağındaki, oltadan sallanan paraya doğru saçma sapan yüzmesi istenen bebeklerdik.
Tüfeğin namlusunu kendi ağzına sokmaya cesareti olmayanlar.
Aslında hâlâ öyleyiz. 

 
Habertürk, 21 Eylül 2014
(Sırma Karasu'nun hazırladığı "Hayatımı Değiştiren Albüm" dosyası için).

5 Eylül 2014 Cuma

Edebiyatın işlevi soruları derinleştirmektir


Söyleşi: Rozerin Doğan

Kitabın başında “Bu romandaki her şey hayal ürünüdür”  diyorsunuz. Bu ibareyi koyma ihtiyacı niye duydunuz? Devamında da “Dünyanın tamamen delirmiş olması hariç” diyorsunuz. Dünya nasıl delirdi veya kim delirtti?

Para ve güç peşinde koşmaktan topluca çıldırmış haldeyiz. Halimiz kırkıncı kattan düşen ve geçtiği her katta “buraya kadar her şey yolunda...” diyen adamınkine benziyor. Birbirimizin ne dediğini duymaya, halinden anlamaya zaman yok. Bu bizi egoistleşmeye itiyor. İçimizde doğan boşluğu da fanatizmle ya da uyuşturucularla dolduruyoruz. Şu durumda tek çıkış yolu mizah gibi. Ayrıca, romanın otobiyografik olduğunu sananlar çıkacağını tahmin etmedim desem yalan olur. Mizahı da biraz bu yanılsamanın üzerine kurmak istedim.

Devrim lanetlenmiş bir medyatik. Kendini yerle bir olmuş hissediyor. Medyatik olma tutkusu bir dönem toplumun önüne çok iyiymiş gibi kondu. Siz Magazin medyasının topluma kattıkları yada toplumdan götürdükleri konusunda ne düşünüyorsunuz?
Medya sadece şov dünyasından değil, kültürden, siyasetten, spordan, hatta ulusal güvenlikten bile magazin ağzıyla bahsediyor. Gazze’den Alaçatı’dan bahseder gibi bahseden dahi köşe yazarları var. Artık hiçbir şeyi derinlemesine öğrenmeye gerek yok! Vaat edilen ışıltılı dünya kollarını açmış bizi bekliyor! Tuzağa düşmek her zamankinden kolay. Devrim de bu girdaptan çıkmanın yollarını arıyor.

Devrim evliliğinde sürekli karısıyla denk olmadıklarını düşünüyor. Aşk denklik ister mi? Galiba aşk her şeyi hal etmiyor. Ne dersiniz?
Aşk dediğimiz içinde ego tatmini, sahip olma hırsı, bencillik gibi şeyler de barındıran, yarı-karanlık bir alan. Dengeye dönüşmesi kolay değil. Evlilikse denge üzerine kurulması gereken bir yapı. Haliyle, göründüğü kadar ilgileri yok. Eskiler işi biliyormuş, görücü usulüyle çözmüşler! Şaka bir yana, aşk genellikle çelişki üretir. Çözümleri üreten sevgidir. Gerçek sevgi insanın başkasının mutluluğuyla mutlu olabilmesi. “Aşk” ve “sevgi” diye iki farklı sözcüğe sahip olmaksa Türkçe’nin en büyük başarısı!

Hikayede ben en çok etkileyen bölüm Devrim’in babasıyla ilişkisi ve defterinden okuduklarımız. “Geçmiş değiştirilmez diye bir şey yok” diyor. Çok iddialı bir cümle. Geçmiş değiştirilebilir mi?
Kesinlikle evet. Geçmişi okuyuşumuzu değiştiririz ve birden her şey değişir. Geçmişi hep aynı şekilde görmeye şartlanmışız. Hepimizin birer kişisel resmi tarihi var. Oysa bir çocukluk anısını farklı açılardan okumak mümkün. Bu sayede anının bugüne etkisi de değişir. Tıpkı bir kitabı 10 yıl sonra tekrar okumak gibi. Cümleler aynıdır ama algımız değiştiğinden artık başka kitap olmuştur. Modern psikiyatriyle geleneksel doğu düşüncesinin hemfikir olduğu nadir noktalardan biridir bu.

"Tabanca” adlı parçanız çok beğenildi. Orada “İstanbul bana tabanca, şakağıma dayalı”. Böyle mi hissediyorsunuz?

Maalesef öyle... İstanbul artık uğruna Yahya Kemal’in şiirler, Münir Nurettin’in şarkılar yazdığı şehir değil. “Günah Şehri” filmindeki gibi bir yer. Daha geçenlerde uzaktan tanıdığım yaşlı bir çift evlerinde öldürüldü. Böyle bir şehri artık içli şarkılar anlatamaz, takdir edersiniz ki. Ancak “Tabanca” gibi şarkılar anlatabilir!

Söyleşinin tamamı Aydınlık Kitap Eki'nde.

2 Eylül 2014 Salı

Berlin duvarı çeyrek asırdır yok


Doğu Avrupa bugünlerde Berlin Duvarı’nın yıkılışının 25. yılını idrak etmeye hazırlanırken Atlas olarak konsere geldik Bulgaristan’a.

Mindya kasabası yılın geri kalanında sessiz sakin yaşayıp bir hafta boyunca Rock festivaline dönüşüyor. Hem de ne dönüşmek!

Çevre illerden akanlar Balkan gruplarının müziğiyle çoluk-çocuk eğleniyor. Çiftçiler, doktorlar, işçiler, öğrenciler, bilgisayar programcıları, öğretmenler, hatta kasabanın polisleri!

Ekonomik sıkıntılar içindeki bir ülkede esen bu pozitif enerji fırtınasına hayran olmamak elde değil.  
Balkanların Arabesk’i Çalga müziğine karşı Rock’un direniş mevzilerinden biri Mindya. Sokaklarının, doğasının ve havasının güzelliği de ayrı.

Yazlarını Mindya’da geçiren Mira ve kocası, evlerinin bir bölümünü “Komünizm  Müzesi” haline getirmiş. “Bulgaristan’ın ilk komünizm müzesi” diyor Mira gururla.
Girişte bizi tabii ki Lenin heykeli ve orak-çekiçli Sovyet bayrağı karşılıyor. Saman kâğıtlı kayıt defteri de o zamanlardan. Kiril alfabesi burada insana bir başka görünüyor.

Komünist Bulgaristan’dan kalma ev eşyaları, fotoğraf makineleri, yayınlar, posterler, film afişleri, saatler, hatta askeri üniformalar... Derhal birer tane giyip fotoğraf çektiriyoruz.
Bulgaristan Komünist Partisi’nin Hem Bulgarca hem de Türkçe propaganda yayını “Yeni Hayat”ın sararmış sayfalarını karıştırırken düşünüyorum: Reel komünizmi yaşayanlara bunlar kim bilir neler hatırlatıyor.

Özellikle Bulgaristan Türklerine: Baskı, asimilasyon, Belene Kampı, atalarımın da içinde olduğu firar hikâyeleri... Acaba unutmak mı daha kolay yoksa hatırlamak mı...
Isabel Fonseca “Beni Ayakta Gömün” kitabında, toplumsal acılara karşı iki tür refleks olduğundan bahsediyor. Yahudilerinki gibi her şeyi hatırlamak ya da Çingeneler gibi her şeyi unutmak.

İlki tekrar yaşamamak için gereken tecrübeyi, diğeriyse travmalarla gölgelenmemiş yaşama sevincini hedefliyor. Hatırlama endüstrisine karşı unutma sanatı.
Bulgarlarsa tıpkı Türkler gibi, bölük-pörçük hatırlamayı seçmiş. Komünist döneme sakin gözlerle bakmaya yeni alışıyorlar.

Yaşlılar daha ılımlı. “Özgür değildik ama hiç olmazsa sosyal güvencemiz vardı” türküsündeler. Şu yoklukta dinlenmeyecek türkü değil hani.
Tabii işin nostalji boyutu da var. Ne de olsa nostalji dediğimiz insanın kendi gençliğini özlemesinden ibaret!

Müzeyi gezdikten sonra bahçede basketçiye benzeyen Sırp müzisyenlerle resim çektirip Mira’nın yine o günlerden kalma cezvelerde yaptığı kahveyi içiyoruz. Berlin Duvarı yıkılırken Roger Waters’ın verdiği konserden bahsederek.
Waters yıkılan duvarın önünde ve  bütün fiyakasıyla “The Wall” albümünü icra ederken bizler gençliğe henüz adım atmıştık. Gitar çalmayı, iki satırı bir araya getirmeyi öğreniyorduk. Meğer altın çağıymış ömrümüzün, bilemezdik.

Aradan geçen 25 yılda bilmem içimizdeki duvarları yıkabildik mi? Yoksa fark etmeden yeni duvarlar mı ördük? Ruhumuzun masumiyet müzesi acep neresi? Keşke Mindya’da bunun da cevabı olsa.
 
 
Aydınlık, 3 Eylül 2014