6 Ocak 2014 Pazartesi

Laiklik herkese lazım

Bugünlerde iktidar yanlısı kalemlerin en bomba iddiası: “AKP giderse şeriat gelir, ona göre!”

Mesela Engin Ardıç açık açık yazdı bunu. Atılgan Bayar da twitter’da epey dillendirdi.
Amacın Atatürkçü kesimi korkutup AKP’nin yanına çekmek olduğu bariz.

Bu kardeşiniz saf bir kişi olduğundan, iktidarın laikliği aslanlar gibi savunduğuna inanmaya vallahi de hazır.
Sadece kafamın basmadığı bir nokta var. Laikliğin özü, dinin siyasete alet edilmemesi değil mi yahu?

Eğer öyleyse, durum biraz karışık. İktidar bu konuda pek çırpınmış sayılmaz çünkü.

Tam tersine, dini hassasiyetleri kullanarak epey prim yapmaya çalıştılar diye hatırlıyorum.
“Dindar nesiller” muhabbetinden “CHP camilerimizi yıktı” söylemine, oradan “minareler süngümüz” şiirine kadar.

Hatta bizzat müezzin tarafından yalanlanan “camide içki içtiler” iddiası bunun son örneği.
Başbakan’ın kankası Akit gazetesinin son on yılda yazıp-çizdiklerine zaten hiç girmeyelim.

Bunları bencileyin bir saftorik bile hatırlıyorsa herkes hatırlıyor demektir.
Peki şimdi ne oldu? AKP’li arkadaşlar neden “laiklik elden gidiyor” muhabbetine daldılar?

Ani bir aydınlanma sonucunda Atatürk devrimlerinin anlam ve önemine mi vakıf oldular?
Yoksa “dün dündür, bugün bugündür” diyen Demirel bir siyaset bilgesi miydi?

Hemen söyleyeyim, bu satırların yazarı dinin süper bir şey olduğuna tüm kalbiyle inanmaktadır.
Sadece İslam değil, hatta sadece semavi dinler de değil, tüm dinler süperdir bence.

Çünkü hepsi de Marx’ın deyimiyle “ruhsuz bir dünyanın ruhu, vicdansız bir dünyanın vicdanı”dırlar.
Bunu anlamak için Noel zamanı Montparnasse’da ya da Ramazan’da Fatih’te takılmak yeter.

İnsanlar gönül bağlarını hatırlar, bir pozitif enerji patlaması sarar sarmalar herkesi.

Meditasyon yapan bir Şaolin rahibinin zihin berraklığı, her türlü mutluluğun ötesindedir.

Ama siyasete alet edersen din din olmaktan çıkar, “kitlelerin afyonu” olur.
Sonra da günün birinde bunu senden daha iyi yapan birileri çıkar. O zaman ayıkla pirincin taşını!

Atatürk cumhuriyeti de zaten bu yüzden laikliği düstur bellemiş. Yoksa keyfinden değil!
Son on yılda laikliği savunanlar hep aşağılandı. Onların itibarıyla, ekmeğiyle, özgürlüğüyle oynandı.

Ama pirimiz Yunus Emre ne demiş? “Biz kimseye kin tutmayız, kamu alem birdir bize.”
Son yaşananlar bazı arkadaşlara laikliğin kıymetini hatırlattıysa ne âlâ. Sonuçta her şerde bir hayır var!

 
                                                                                                                      Aydınlık, 9 Ocak 2014
 

 

1 Ocak 2014 Çarşamba

Hoş geldin 1984


Bugün yeni yılın ilk günü... 1983 zor geçti. Sivil idareye dönüşün sancıları, cezaevlerinde olanlar...
Ama 1984’ün şu ilk gününde, taze umutlarla yeni bir başlangıca inanmak istiyor insan.

Tabii George Orwell’in “1984” romanını da hatırlamadan edemiyoruz.
Aman ne kötümser romandır o! 1949’da yayımlanmış ama dünyanın 1984’deki halini çok fena resmeder.

Okurken kendini özgürlüğün yok olduğu bir acayip gezegende bulursun.
Dünyayı yöneten abiler her şeyi kontrol etmektedir. Gelişmiş teknolojinin yardımıyla!

Milletin evinde ne konuştuğu, kime telefon ettiği, hatta sokakta ne yaptığı adım adım izlenir.

Ekranlardan bol bol ideoloji ve yalan boca edilir çoluk çocuğun üstüne.
Dünyanın her yerinde savaşlar sürmekte, insanlar ölmekte, şehirler bombalanmaktadır.

Bu sayede yönetenler daha güçlü, daha zengin, daha yenilmez olmaktadır.

Bitmek bilmeyen savaşların kaybedenleri savaşanlar, kazananları ise savaştıranlardır.

Gençleri birbirini öldürmeye yollayanlar arasında gizli ve acımasız bir anlaşma var gibidir.

Aşk, sevgi, vefa gibi duygular çoktan tarih olmuştur. Hiçbirine artık müzede bile rastlanmaz.

Duyguları arayanların kaderi hiç iyi olmaz. En iyi ihtimalle alay konusu oluverirler.
Hele sistemi sorgulamaya kalkanın sonu, daha da beter. En ağır cezalar onları bekler.

Sevişmeye korkar olmuştur millet. Kızlı-erkekli buluşmalar bile suç sayılır.
Her yer kamera, her yer mikrofon, her yer casus, her yer korku ve güvensizlik...

Dünyada tek önemli şey güç ve gücü elinde bulunduran abilerin kişisel çıkarları...
İnsanlar hiçbir şeyi sorgulamadan, robot gibi yaşayıp gidiyor dev bir makinenin içinde.

George Orwell bu romanı 1940’ların sonunda yazmış. Dünya savaşının travması henüz çok tazeyken.

Herhalde “Ulan 40’ların teknolojisiyle bu kötülükleri yapanlar 80’lerin teknolojisiyle neler yapmaz!” diye düşünmüş.
Tabii o düşündü diye 1984 böyle olmak zorunda değil. Zaten adam alt tarafı fantezi yapmış.

1984’ün şu ilk gününde bile çok şükür kör-topal da olsa yaşıyor aşk, dostluk, vefa, adalet...
Bakın hâlâ umuda, mutluluğa, yeni yılın getireceklerine hep beraber inanıyoruz. Ne güzel.

Ama bu gidişle mesela bir 30-40 yıl sonra nice olur halimiz, tabii orası meçhul!

Aydınlık; 1 Ocak 2014