28 Mayıs 2014 Çarşamba

TÜSAK ve Rinat Dasaev

Kültür-sanat camiası TÜSAK yasa tasarısına karşı isyanlarda. Neden? Sanatı devlet elinden çıkarıp özel sektörün kollarına terk edecek de ondan.
 
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, “Sovyetik sanatçı döneminin bittiğini” ilan etmiş.
 
Malum, her fenalığın adı “Sovyetik”tir memleketimizde. Haliyle, her tartışmayı noktalar.
 
Gerçi günümüzde “Sovyet” artık havalı bir jean markası ama olsun. Tıpkı “Sovyet” markası gibi, kültür sanatı da kapitalizme kazandırmaya kararlı Ömer Çelik.
 
Ne yalan söyleyeyim, normalde devletin sanata verebileceği en büyük desteğin gölge etmemek olduğuna inanan biriyim.
 
Devletin sanata herhangi bir sebeple karışması nadiren hayırlı sonuç vermiş güzel ve yalnız ülkemizde.
 
Allah için, mazimiz devlet baskısı altında canından bezmiş Amadeus’lar ve devlet torpiliyle abad olmuş Salieri’lerle dolu.
 
Haliyle, devletin sanatla temasının minimize edilmesine özgür ruhlu sanatçıların normalde sevinmesi gerek.
 
Ama durum öyle değil işte. TÜSAK’ı “sanata-sanatçıya tuzak” olarak gören pek çok kültür insanı var. Çünkü sanatın “devlet hakemliğinde özel sektöre devredilmesi” fikri onlara inandırıcı gelmiyor.
 
Birinicisi, ülkemizde opera, bale, tiyatro gibi sanatları (ve sanatçıları) yaşatmaya yetecek kültürde bir özel sektörün varlığı şüpheli.
 
İkncisi, devletin yapacağı hakemliğin ne kadar adil olacağı konusunda ciddi soru işaretleri var.
 
İktidarın Atatürkçü kesimin kontrolündeki bir alanı daha kendi vesayetine katmak istediği söyleniyor.
 
Hükümetin bu endişeleri giderme konusunda çok istekli ve muhabbetli davrandığını da söyleyemeyiz maaleesef.
 
Mesela, dostlarımın çoğu memleketin kalburüstü sanatçıları ama içlerinde bu konuda devlet tarafından bilgilendirilmiş pek kimse yok.
 
Sonuçta, TÜSAK tasarısı da mevcut siyasi kutuplaşmanın bir parçasına dönüşmüş bulunuyor. Varoluş amacı insanları birleştirmek, gönülleri bir etmek olan sanatın bile buna sahne olması gayet Kafkaesk.
 
Pek Sovyet hayranı sayılmasam da, SSCB kalecisi Rinat Dasaev’in bir dünya kupasındaki röportajını hiç unutmam.
 
“Dostoyevski’nin üstüne yazar, Çaykovski’nin üstine bestekâr tanımam” diyordu efsanevi file bekçisi.
 
Sahi, “Tanpınar’ın üstüne yazar, Münir Nurettin’in üstüne bestekâr tanımam” diyebilecek milli kaleciyi kim yetiştirecek? Hangi yasa? Hangi ideoloji? Hangi devlet ya da özel sektör?
 
Niyetimiz bu olsaydı sadece sanatta yükselmezdik belki. Aynı zamanda yerimizi alırdık yaklaşan dünya kupası finallerinde.
 
Aydınlık, 28 Mayıs 2014
 
 

9 Mayıs 2014 Cuma

Belki de herkesin keyfi yerinde

İktidar partisi mutlu...

Nasıl olmasın? 12 yıldır işbaşındalar. Üstelik kısa vadede bu durum değişecekmiş gibi görünmüyor.
İşin tuhafı, ana muhalefet de mutlu...

Şaka-maka, “piyasanın” en az %25’ini tutuyor elinde.

Hem de arada iktidardan şikâyet etmek ya da kendi aralarında dövüşmek dışında pek bir icraat yapmadan. Minimum performansla maksimum randıman!
Tabii bu durumda, küçük muhalefet de mutlu...

Mutlu olduklarını, neredeyse 20 yıldır aynı lider tarafından yönetilmelerinden anlıyoruz...
Meclisteki en küçük muhalefet deseniz, herhalde kurulduğundan beri gördüğü en mutlu günleri yaşıyor.

Açılımdı şuydu-buydu derken, adeta küçük ortağı gibiler iktidarın.
Yani aslında siyaset meydanında herkesin keyfi yerinde.

Hatta diyebiliriz ki, tarihte ilk defa tüm partilerin halinden memnun olduğu bir meclise tanıklık ediyoruz.
Üstelik seçim sonuçlarına bakılırsa, halkın da bu mutluluktan şikâyeti yok. Aynı oy oranları üç aşağı-beş yukarı tekrarlanıp duruyor.

Haliyle, mecliste kimse seçim barajını indirmek ya da yeni anayasa gibi “angarya” işlerle uğraşmaya falan gerek görmüyor.
Yönetmeyi seven yönetiyor, şikâyeti seven şikâyet ediyor, mutluluk çeşmesi akmaya devam ediyor. Adımız Mesut, göbek adımız Bahtiyar.

Şu durumda statüko nasıl değişsin?

Kim değiştirsin?

Niye değiştirsin?

Ne kadar ilginç, değil mi?
Bu “süper” keşfimi siyasetten anlayan bir akademisyen arkadaşımla paylaştım. Acı acı güldü bana.

“Sen zaten siyasetin ne olduğunu sanıyordun ki akıllım?” dedi. Bütün havamı söndürdü.
Haklı galiba... Belki de mutluluğu çoktan bulduk haberimiz yok. Ya da farkındayız ama çaktırmamaya çalışıyoruz.

Bu tiyatroda siyasetçisi ayrı rol yapıyor, vatandaşı ayrı. Olan özgürlüğünü, canını, sağlığını kaybeden idealist romantiklere, samimi vatanseverlere, serdengeçti devrimcilere oluyor.
Ama mutluyuz çok şükür... En az 34. kattan düşerken her geçtiği katta “Şimdilik her şey yolunda!” diyen o adam kadar.

Aydınlık; 8 Mayıs 2014

5 Mayıs 2014 Pazartesi

Demek öyle efendiler!

Demek o mega ve yenilmez aklınızla bizi yok etmeye çalışacaksınız, öyle mi?

Bizi böcekleştirecek, gururumuzu kıracak, adımızı kötüye çıkarıp sonra alay edeceksiniz. Kitap yazamaz, gitar çalamaz, âşık olamaz olacağız siz istiyorsunuz diye, ha?
Sizin yüzünüzden sevmediğmiz işleri yapmak, istemediğimiz hayatları yaşamak zorunda kalacağız... Gücünüze tapan soytarılardan değiliz diye.

Üzülerek bir şey söyleyeyim mi, avucunuzu yalarsınız! Daha çok beklersiniz efendiler!İki dakika efendi olun ve bizi bitiremeyeceğinizi bir zahmet kabul edin.
Elimizde kalem, boynumuzda gitar, gönlümüzde aşk olduğu sürece bu oyunda biz de varız! Bu orman bizden de sorulur. Hangi ağaca tırmanacağımız yalnız bizi ilgilendirir.
Ondan sonra yine haysiyetimize mı saldırırsınız, iftira mı atarsınız, köpeklerinizi mi salarsınız, orasını bilmem. Bildiğim tek bir şey var: Bizde olup sizde olmayan bir şey. Parayla satılmayan, tılsımlı bir şey.

Bütün gücünüze, iktidarınıza, silahlarınıza rağmen ona sahip olamamak deli ediyor sizi. Bizim gibi sefillerin bunu nasıl becerdiğini anlamıyor, kendinizi yiyorsunuz. Sırf bunu merak ettiğiniz için izin veriyorsunuz yaşamamıza. Belki sırrı size söyleriz diye.Ama üzgünüz efendiler, söylesek de zaten anlamazsınız. Hatta çoktan söyledik, anlamadınız. Her şarkıda, her kitapta, her aşkta zaten o sırrı veriyoruz duymasını bilenlere. Ama siz kafayı bizden nasıl kurtulacağınıza taktığınız için duymuyorsunuz.

Sadece siz değil, köpekleriniz de duymuyor. Hiçbir zaman da duymayacaksınız. Bu yüzden öldürmeye çalışacaksınız bizi. Haysiyetimizi, gururumuzu, mesleğimizi...

Ama sizden korkmuyoruz. Çünkü zavallısınız efendiler. Zavallılardan korkulmaz. Kendinizi dünyanın efendisi sanıyorsunuz. Oysa bir tımarhanenin gardiyanısınız. Her sabah tamamen kafayı yemiş bir dünyaya bakıyor ve eserinizle gurur duymaya çalışıyorsunuz. Bizse normal kalmanın yolunu bulduk. O bizim tımarhaneden kaçış planımız.
Haklısınız efendiler, ebleh romantikleriz; çünkü delirmiş bir dünyada normal kalmaya çalışıyoruz. Bizi ne kadar yok etmeye çalışsanız az.
Bu sözler sizi kızdırdıysa gelin buraya, delikanlıca paylaşalım kozlarımızı. Kim kalıyor kim gidiyor. Gelin de anlayalım efendiler. Hadi, denemesi bedava!

 
Aydınlık, 5 Mayıs 2014